nkgoo koyu2

Cenap Şahabettin eserleri, kimdir? Etkilendiği akım

Cenap Şahabettin eserleri, kimdir? Etkilendiği akım

Cenap Şahabettin eserleri nedir? Kimdir? Etkilendiği akım nedir? Bazı şiirleri nelerdir?

Cenap Şahabettin eserleri

Şiir

  • Tâmât (1887)
  • Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra)
  • Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)
  • Terâne-i Mehtap

Tiyatro

  • Körebe (1917)
  • Küçük Beyler
  • Yalan

Düzyazı

  • Hac Yolunda (1909)
  • Evrak-ı Eyyam (1915)
  • Afak-ı Irak (1917)
  • Avrupa Mektupları (1919)
  • Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918)
  • Vilyam Şekispiyer(1932)
  • Tiryaki sözleri (Özdeyişler)
  • Suriye Mektupları

Cenap Şahabettin hangi akımdan etkilenmiştir?

Cenap Şahabettin’in etkilendiği akım sembolizm akımıdır. Batı kökenli olan bu akım Ahmet Haşim gibi Cenap Şahabettin’i de etkilemiştir. Ancak Cenap Şahabettin’de parnasizm etkisi de görülmektedir. Bu açıdan kendisini her iki akımda da görmekteyiz.

Esas mesleği tıp doktorluğu olan Cenap Şahabettin’in edebi kişiliğini incelerseniz sembolizm etkisini gözlemlersiniz.

Sembolizm şiirde sembolik anlatımı ön plana çıkaran bir akımdır. Duygular imgeler yoluyla aktarılır. Gerçekten de Cenap Şahabettin şiirlerinde bu imgeli anlatım görülür.

Yine şiirlerinde gramer kuralları önemsenmez fakat müzikalite ön plana çıkar.

Cenap Şahabettin kimdir ?

Cenap Şahabettin, Manastır’ya 21 Mart 1870’te  doğmuştur. Babası Osman Şahabeddin Bey, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ölmüştür. Babasının ölümünden sonra altı yaşındayken ailesi ile birlikte İstanbul’a taşındı..

İlkokulu Tophane’deki Mekteb-i Feyziyye’de okudu. Ardından Eyüp Askerî Rüşdiyesi’ne girdi. Bu okulun yıkılması üzerine Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne geçti ve 1880 yılında buradan mezun oldu. Daha sonra Tıbbiye İdâdîsi’ne girdi, iki yıl okuduktan sonra Askerî Tıbbiye’nin beşinci sınıfına kabul edildi. 1889’da doktor yüzbaşı olarak okulu bitirdi. İyi bir derece ile mezun olduğu için 1890 yılı başlarında cilt hastalıkları konsunuda  ihtisas yapmak üzere devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada dört yıl kadar kaldı.

Paris’te dört yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Döndükten sonra hekim yüzbaşı rütbesiyle bir müddet Haydarpaşa Hastahanesi’nde hekimlik yaptı. Takip edildiği korkusuyla İstanbul’dan uzak bir yerde görev alabilmek amacıyla kendi isteğiyle karantina dairesine geçti. Mersin ve Rodos’ta karantina hekimliği yaptı. 1896’da sıhhiye müfettişliği göreviyle Cidde’ye tâyin edildi. 1898’de Cidde’den merkez müfettişliği vazifesiyle İstanbul’a döndü. Daha sonra kısa bir süre Suriye vilâyeti sıhhiye reisliğine atandı. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliği ve Dâire-i Umûr-ı Sıhhiyye müfettişliğiyle tekrar İstanbul’a döndü. 1914’te emekliye ayrıldı.

Emekliliğinde Darülfünûn’da “Garp edebiyatı”, “Fransız Dili” ve “Osmanlı edebiyatı tarihi” dersleri müderrisliğine tâyin olmuştur.

Son yıllarında kapsamlı bir şekilde üzerinde çalıştığı sözlüğünü malesef tamamlayamadan 13 Şubat 1934’te beyin kanaması nedeniyle İstanbul’da yaşamını yitirdi. 14 Şubat’ta sade bir törenle Bakırköy Mezarlığı’nda kızı Destine Hanım’ın yanına gömüldü.

Cenap Şahabettin bazı şiirleri 

Elhan-ı Şita (Kış Nağmeleri)

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.

Ey kulûbun sürûd-ı şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri
karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar.

Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze
Na’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar.

Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
gibi kar
Sizi dallarda lânelerde arar.

Gittiniz, gittiniz ey mürgan,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar,
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan:-
Son kalan mâi tüyler kovalar
karlar
Ki havâda uçar uçar ağlar.

On Ölüm Şarkısı

Rüzgar değmez oldu artık yüzüme
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme
Bu toprak bana dağ, size tepedir!

Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!

Bütün uzuvlarım bana darılmış
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?

Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!

Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!

Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!

Senin İçin

Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlanma
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş,
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş;
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma…

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken.
Koklarım ellerim gülleri koklar gibi ben;
Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi.

Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan
Ne zaman gençliğini yolda hırâman görsem.
Eskiden pembe dudaklarda dağılmış busem
Toplanır leblerime, bir gece dargın olursan.

Hakikat-i Sevdâ

Bir şüphe-i hissiyye ile dalgalanır dil;
Bir heykel-i gül-rû dikilir kalb üzerinde;
İnsan bütün ahzân ü meserrâta muâdil
Bir tatlı dönüş hisseder âvâre serinde

Her cevf-i hayâtî, sevilen şeyden ibaret
Bir lem’a-i nev, şaşaasıyla eder ihfâ;
Bir berk arkasından ederek ömrü temâşâ
Bin müddet için göz kamaşır… İşte muhabbet!

Pek boştur o his, lakin o boşlukla dolar dil;
Âfâk-ı hayatiyyedeki cevfi o örter;
Herkes hep o boşlukta arar bir tutacak yer
Pîrâmen-i ömründeki girdâba mukâbil

Sevdâya mukabil duyulur ruhta her gâh
Bir def-i peyâpey ile bir cezb-i peyâpey;
Bir istiyor insan onu, bir istemiyor… Âh
Sevmek bile doğmak gibi, ölmek gibi bir şey!

Ahvil-İ Muhabbet

Sünbül saçını bûs edeli bâd-ı muhabbet
Fikrim gibi şûrîde vü meyyâl-i hevâdır.
Bilmez ne cihetlerde eder seyr ü seyâhat
Fikrim gibi şûrîde vü meyyâl-i hevâdır.

Gonce femini bûs edeli tıfl-ı muhabbet
Ruhum gibi gülzâr-ı tahayyülde revândır,
Okşar leb-i ma’sûmunu enfâs-ı saadet,
Rûhum gibi gülzâr-ı tahayyülde revândır.

Mâî gözünü bûs edeli nûr-ı muhabbet
Çeşmim gibi hayrân-ı kebûdî-i semâdır
Elbet edemez arz siyeh-tâli’e rağbet
Çeşmim gibi hayrân-ı kebûdî-i semâdır.

Penbe ruhunu bûs edeli ebr-i muhabbet
Sînem gibi her kıt’ası bir tâze cihândır
Savtında gülümser bütün âmâl-i şebâbet
Sînem gibi her kıt’ası bir tâze cihandır.

Tâze lebini bûs edeli murg-i muhabbet
Gönlüm gibi şeb tâ-be-seher nağme-serâdır
Dem-sâzı, hem-âvâzıdır âheng-i tabîat
Gönlüm gibi şeb tâ be-seher nağme-serâdır.

Kalb-i terini bûs edeli kalb-i muhabbet
Kalbim gibi âzürde-yi dâ’-î halecandır
Lûtfunla itâbınla bulur illet-i şiddet
Kalbim gibi âzürde-yi dâ’-î halecândır.

Don Juan

Ey benim münhezim fütâdelerim,
Sevdiniz hep sevilmeden beni siz;
Yanmak isterdi göğsünüzde serim
Ateşimden kül oldu âteşiniz.

Dönerek mâzi-i mükevkebime
Ne zaman etmek istesem sizi yâd
Getirir hâtırâtınız lebime
Gizli bir lezzet-i türâb ü remâd.

Sanki âvâre bir güneştim ben
Her su üstünde in’ikâs ettim:
Dîdeler parladı hayâlimden
Kimseden şu’le almadım kendim.

Sormadım nefsime ne kıymeti var
Avucumdan geçen hazînelerin;
Bir açık evde boş duran odalar
Bence timsâli oldu sinelerin.

Şüphe, kıskançlık, ârzû, hasret
Vermeyince biraz elem kalbe
Başka bir inhizâm olur elbet
Hep nevâziş ve dâimâ galebe!

Bir kadından geçince dîğerine
Zannederdim ki aşkı bulmuştum;
Usanıp bûseden, kadın yerine
Maraz-i aşka âşık olmuştum.

Olmadı bir melîkeye bende
Mülk-i nisvânda rûh-ı derbederim;
Şimdi ben kayserin serîrinde
Kimsesizlikten ağlayan neferim!

Elhan-ı Hazan

Hâl-i bî-reng-i ihtizârında
Sonbahârın bu solgun elvâhı
Ra’şedâr etti kalb-i eşbâhı
Kuru yaprakların kenârında!

Ey tuyûrun sehâb-ı seyyâhı,
Bâd-ı zârın cenâh-ı zârında
Sen uçarken, bütün civârında
Soluyor kâinâtın ervahı.

Bu zaman hissi iştidâd eyler.
Her gönül kendi gizli derdinde:
Gel… gel ey yâr-ı dem’a-rîz-i keder,

Ey gül-i nevbahârî-i emelim,
Sonbahârın zılâl-ı zerdinde
Gelecek nevbahârı bekleyelim…

Şi’r-İ Mahzun

Senden evvel eğer ölürsem ben
Gâh ü bîgâh aç bu defteri sen;
Bak şu nazm-ı şikeste-besteye kim
Bana bir nazre yollasın senden!
Şu kitâb-ı hazîn ü pür-hûnu
Aç da gör kalb-i nâle-meşhûnu
Semt-i re’sinde titresin rûhum
Sen okurken bu şi’r-i mahzûnu

Hâk içinde tebâh olurken ben
Yeni sevdâlara düşersin sen
Rûhum ağlar semâda, başkaları
Va’d-ı ikbâl alır iken senden
Bir rakibin dehân-ı pür-hûnu,
Leb-i pür-zehr ü kîne-meşhûnu
Bûs ederken seni, mezârımda
Okurum ben bu şi’r-i mahzûnu!

Seni yâd eylerim bu şi’r ile ben
Yâd edersen beni bu şi’r ile sen
Yâdigâr eylerim bu şi’ri sana
Aldığım zülfe karşılık senden!
Ben çekerken bu hecr-i pür-hûnu
Gönlümün ka’r-ı girye-meşhûnu
Ediyor katre katre istiktâb
Bana gûyâ bu şi’r-i mahzûnu!

Hâtırından eğer çıkarsam ben
Gâh u bîgâh aç bu defteri sen;
Bu müessir neşîdeyi bul kim
Sana bir hoş selâmdır benden
Şu kitâb-ı hazin ü pür-hûnu
Aç da gör kalb-i nâle-meşhûnu!
Semt-i re’sinden titresin ruhum
Sen okurken bu şi’r-i mahzûnu.

Mehmedciğin mezar kitabesi 

Sana ey şanlı şehid az görürüm ben demeği
Ordunun gözbebeği ümmetin arslan yüreği

Çiğnedin düşmanı, serdin yere, sürdün denize
Yaşamak hakkını hak ettin o cenginle bize

Ezdi kahrın yediyüz yıl bizi ezmiş tahtı
Milletin güldü yüzü, güldü o kuster (güster) bahtı

Kefenindir senin al kan ve vatandır türben
Vatanın al kanı al sancak açar türbenden

Sen bu dar toprağa sığmış koca bir milyonsun
Ey şehid adlı şehid artık adın Türk olsun!

Derviş

– Şair-i mütefekkir Faik Ali’ye –

Ben o derviş-i reh-neverdim ki
Yaşarım mest-i inziva, asabî…
Her zaman Tanrı’dan dilerdim ki
Olayım serseri akar su gibi.

Ben o yolcu dervişim ki
Dünya işlerinden el çekmiş mest yaşarım, öfkeli..
Serseri bir akarsu gibi olmayı
Her zaman Tanrı’dan dilerdim.

Hem-demim nağme, rehberim hülya.
Ne evim var, ne ailem, ne adım…
Bulmayınca beşerde bûy-ı vefa
Gördüğüm her ufukta ıtr aradım…

Dostum nağmeler (şarkılar), rehberim hayallerdir
Ne evim var, ne ailem, ne adım…
İnsanlarda vefa ümidi bulmayınca
Gördüğüm her ufukta hoş ve güzel koku aradım.

Yürürüm bâd-ı bî-karar ile ben
Kanadımdır mesafeler, seneler…
Geçerim kimse geçmeyen tepeden
Yolumu maî goncalar mineler.

Kararsız rüzgârla yürürüm ben
Kanadımdır mesafeler, seneler…
Geçerim kimse geçmeyen tepeden
Yolumu mavi goncalar mineler.

Yaşamak bir deniz benim ömrüm
Bu limansız denizde bir zevrak:
Nereye eylesem nazar görürüm
Histen âzâde bir serap ancak!

Yaşamak bir deniz
Benim ömrüm bu limansız denizde bir sandal
Nereye baksam ancak
Duygudan yoksun bir serap görürüm.

Geçmedi pençe-i hükümetle
Gerdenimden kılâde-i kanun;
Yaşarım bâde-i meraretle
Her dem âzâde, her zaman memnun!

Hükümetin pençesi ile,
Gerdanımdan kanunun gerdanlığı geçmedi
Acının içkisi ile
Hep hür, her zaman memnun yaşarım!

İçerim meze edip piyalemde
Şîr-i handemle zehr-i eyyamı;
Doldurur şûre-zâr-ı âlemde
Çeşme-i nağme cam-ı hulyamı.

Kadehimde gülen şiirim ile
Günlerin zehirini meze edip içerim.
Çorak topraklı yeryüzünde
Hayal kadehimi nağme çeşmesi doldurur.

Mezhebim hüsn ü kuvvet almaktır
Daima genç olan tabîatten;
“Yaşamak hem vazife, hem haktır:”
Anlamam başka dîn ü hikmetten!

Tuttuğum yol, daima genç olan doğadan
Güzellik ve kuvvet almaktır.
“Yaşamak hem vazife, hem haktır:”
Anlamam başka hüküm ve hikmetten.

Nazarım maşrık-ı hakayıkta;
Kandilimdir güneş, kamer, encüm;
Kalmaz asla gözüm karanlıkta
Sönse her şey yanar benim gönlüm.

Gözüm hakikat kapısında;
Kandilimdir güneş, ay ve yıldızlar
Kalmaz asla gözüm karanlıkta
Herşey sönse benim gönlüm yanar.

Bütün ezharı koklarım birden;
Bendedir her baharın esrarı;
Taşırım bir küçük güneş gibi ben
Ke’s-i kalbimde rûh-ı eşcârı.

Bütün çiçekleri koklarım birden
Bendedir sırrı her baharın
Taşırım bir küçük güneş gibi ben
Kalbimin çanağında ağaçların duygusunu

Ben o bî-vâye-i bürehne-tenim
Ki benimdir yerin göğün sûru.
Dağların cebhe-i gururu benim,
Benim ufkun hazîne-i nuru…

Ben o nasipsiz yalın tenim
Ki benimdir yerin göğün kalesi
Dağların gururlu yüzü benim
Benim ufkun nur hazinesi.

Kalmadım geçtiğim avâlimde
Parlayan hiss ü şi’re bîgâne;
Taşıdım keşkül-i hayalimde
Kısas-ı Hind’i nazm-ı İran’a!…

Yaşadığım zamanlarda
Parlayan duygu ve şiire kayıtsız kalmadım
Hayal tasımda Hind kıssalarını
İran şirine taşıdım.

Bazı dem ağlarım; düşüp utanır
Her sirişkim bir arz-ı tenhada:
Bilirim bir yakışmayan yamadır
Mevc-i giryem sükût-ı eb’âda!…

Bazı zamanlar ağlarım; her gözyaşım
düşüp utanır ıssız yerlerde
Bilirim gözyaşı dalgalarım
Bir yakışmayan yamadır uzakların sessizliğine.

admin

İlgili yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.